Geçen sayılardan birinde prodüksiyon hizmetleri veren sayın Birol Berber, seslendirme (*) konusunun önemini, izleyici üzerindeki etkisini bir güzel dile getirmiş. Bu konuyu önemseyen yayıncıların giderek azaldığını da ben ekleyeyim.
Hepimizin evindeki kanal listesinde National Geographic, Discovery Channel, RTG, Science&Vie, Animal Planet, History Channel, Aniaux, Viasat Explorer, Trek, AB Moteurs gibi belgesel kanallarının bir ya da birkaç tanesi yer alır. Son yıllarda HD kalitesinde bize ulaşan muhteşem prodüksiyonlar göz zevkimizi okşarken, yapılan Türkçe seslendirme (!) inanın kulaklarımızı tırmalıyor.
Herbirine muhtemelen yüzbinlerce dolar harcanan, ekiplerin kimi zaman canını hiçe sayarak çektikleri o inanılmaz çalışmaların kötü seslendirme yüzünden değer kaybetmesi çok üzücü. Denizi geçmişiz derede boğuluyoruz.
Şimdi kim bu adam da seslendirme konusunda ahkam kesiyor diyebilirsiniz. Birincisi bunca yılın televizyon yönetmeni olarak ahkam kesiyorum. Sonra yaklaşık 4 yıl seslendirme stüdyolarının tozunu teknisyenlik boyutunda yuttuğum için söylüyorum. Daha da önemlisi bir belgeselsever izleyen olarak bunları söylemeyi kendimde hak olarak görüyorum.
Benim yetiştiğim dönem, ülkemizin seslendirme konusunda pek çok ülkeye nal toplattığı, büyük başarılara imza attığı dönem. Seslendirme yapanlara “sanatçı” denildiği dönem. Kayıtların U-matic’lere, dar bantlara yapıldığı dönem. Enter bantlarının klasik canlandırma tekniği ile yapıldığı, bilgisayarların ve devasa ses arşivlerinin olmadığı dönem. Stüdyo duvarlarının yumurta viyolleri ile kaplandığı, tek mikrofonun önüne 5 kişinin toplandığı dönem. Provaların VHS'ler ve tüplü televizyonlarda yapıldığı, sanatçının sırasını beklerken mutfakta çay demlediği dönem.
O dönemde mikrofonun karşısına replik okumaya geçmeden önce birkaç yıl arkada rabarba yapmak zorundaydınız. Öyle hop diye metin okutmazlardı adama. Türkçen, dilbilgin, telaffuzun çok iyi olmalıydı. Mikrofon kullanmayı bilmeliydin, kağıtları hışırdatmadan çevirebilmeliydin, sesini başa ya da aşağıya çekmeyi becermeliydin. Nefes kontrolü, diyafram kullanımı, tonlama olmazsa olmazlardandı. Dudak eşlemesi ise seslendirmeciyi sanatçı boyutuna eriştiren son noktaydı.
Niye bu kadar anlattım? Çünkü artık Türkçe seslendirmesi yapılmış belgesel izlemek ızdırap oldu. O kadar büyük bütçelerle hazırlanmış belgeseller bu seslendirmeyi hak etmiyor.
İş daha çevirinin yapılmasında patlıyor. Sanki google amca tercümesi. Muhtemelen çoğu, görüntü izlenmeden akşam yemeği öncesi beş dakikada çevrilip gönderiliyor. Çünkü seslendirmede anlatılanla ekrandaki görünen uyuşmuyor.
Çeviri yapanların genel kültür yoksunu olduklarından şüphe duymamak elde değil. Triumph motorlarını “zafer motorları” diye çevirmek garabetten başka bir şey değildir. Bu Mustang’i “bir çeşit at” diye çevirmeye benzer. Doğru ifadeyi bulmak için çevirmenin aynı zamanda araştırmacı olması gereklidir. Bu yaptığın işi hafife almak, saygı duymamaktır.
Sonrasında seslendirmecinin de bu çeviri ve dilbilgisi hatalarına göz yumarak metni okuması bir başka felaket. Dikkat ederseniz daha metin tonlaması, telaffuz, dudak tembelliği, kilitli çene, ağızdan çıkanın anlaşılması konularına hiç değinmedik.
Zamanında gazetelerde konu edilmişti. Walt Disney, animasyon filmlerinin seslendirmelerinde müthiş bir titizlik uygulamıştı. VakVak Amca’yı birkaç kişiye seslendirtmişler, Amerika’ya yollamışlar ve bir tanesine onay alabilmişlerdi. Animasyonlardaki şarkılar bile müzik stüdyolarında müzisyenler tarafından özel olarak türkçeleştiriliyordu. İşte markalar ürünlerine böyle sahip çıkmalı.
Bu durum sadece belgesel seslendirmesinde mi karşımıza çıkıyor? Elbette hayır. Bakın yılların duayen seslendirme sanatçısı Sezai Aydın bir röportajında durumu nasıl örneklemiş:
“… Çünkü basit bir iş gibi görülüyor. Hakikaten çoğu yerde basitleştirdi de. Bir firma vardı, para vermemek için, güzel bir dizinin başrolünü o firmanın sahibi konuştu! Kötüydü. Bir kanal da onu yayınladı. Türkçesi bozuk, sesiyle oyunculuk yapamayan biri...
Ben yadırgadım. Televizyonlarda o da yayınlanıyor, benim seslendirdiğim filmler de yayınlanıyor.
Hele ki paralı kanallarda bu böyle. Hiç kimse de ‘şu iyi, bu kötü’ demiyor. “
Bu işin nereden kaynaklandığını biraz araştırınca işin altından “bütçe” çıktı elbette. Hem çevirileri hem de seslendirmeleri üçotuz kuruşa yaptırıyorlar. O zaman da kalite yerlerde sürünüyor elbette. Sen istersen en son teknoloji ile donatılmış ses stüdyolarında kayıt yap. İçerik doğru hazırlanmadıktan sonra ses kalitesi süper olsa ne yazar?
Ne yazık ki sözü geçen belgesel kanalları kendi marka değerlerine bu konuda sahip çıkamıyorlar. İşlerine mi gelmiyor yoksa umurlarında mı değil ya da haberleri mi yok bilmiyorum. Birilerinin onlara gerçeği anlatması lazım.
* Seslendirme/dublaj - Yabancı dilde hazırlanmış görsel veya işitsel bir ürünü, gerçeğine en uygun şekilde çevirerek, ürünün orijinal karakterine uygun şekilde seslendirilmesi işlemidir. Bu işlemde yerel dil unsurları, içeriği bozmayacak şekilde anlatıma uyarlanabilir.