Yönetmenlik mesleğinin kilit taşı* karşınızda duran görseli okuyabilmekten geçiyor. Kilit taşınız sağlam değilse ne olduğunu anlayamadan kurduğunuz üstyapı bir anda çökebilir.
Gerek sinemanın gerekse televizyonun annesi fotoğraftır. Herşey önce bir fotoğraf karesiyle başlar. Yönetmen olmanın temeli önce fotoğrafı bilmekle başlar. Işık ve doygunluğu, kompozisyonu, alan derinliğini, altın oranı, objeleri kullanmayı önce fotoğrafta öğrenirsiniz. Tek kareyi iyi-doğru ve güzel bir şekilde kurgulayabiliyorsanız, akan kareleri de kolaylıkla düzenlersiniz.
Sinema yönetmenlerinin boynunda genellikle bir vizör asılıdır. Vizörü olmayanlar çerçeveyi daha iyi algılayabilmek için o meşhur hareketi yaparak ellerini kullanır. Bunun amacı neredeyse 180 derece gören göz açımızı, elektronik ortama aktarılacak olan çerçevenin sınırlarına indirgeyebilmektir.
Fotoğrafı bilmeyen yönetmen resmi de okuyamaz. Okuyamayınca yazamazsın da. Yani resim karesine anlatmak istediklerini yerleştiremezsin. Bu nedenle her yönetmenin bir fotoğrafçılık hikayesi araya sıkışmıştır.
Burada fotoğraf okumalarıyla ilgili bilgi vermeyeceğim. Konuyla ilgili hem yabancı dillerde hem de dilimizde yazılmış epeyce kaynak var. Kısa bir kitapçı ziyaretiyle veya internetten bunlara erişebilirsiniz. Burada fotoğraf çekmenin bir yönetmene neler kattığından söz edeceğim.
Fotoğraf makineleriyle çocukluğumun keşif ve icatlar bölümüde tanışmıştım.
Bugün görsel sanatlarda bir sanallık akımıdır almış başını gidiyor. Üzerine efekt değmemiş fotoğraf karesi kalmadı gibi neredeyse. Holivut filmlerinin çoğu gerçek olanı sanal sistemlerde yeniden oluşturmak üzerine kurulu. Onları bu noktaya getiren telif hakları sorunu oldu muhtemelen. Gerçek ortamlarda çekim yapamaz oldular. Eski kafalı mıyın bilemem ama sanat gerçeklikten uzaklaştıkça yani olanı olduğu gibi yansıtmayınca izleyiciden de giderek kopacakmış gibi geliyor. Kurgulanmış hayaller içinde sürüklenip duruyoruz.
İlk oyuncağım dededen kalma Kodak markalı körüklü bir makineydi. Makinenin arka kapağını açarak objektiften obtüratör hızı boyunca sızan ışığı izlemek hoşuma gidiyordu. B konumunu keşfedip objektifi sürekli açık tutabildiğimi anlayınca dünyalar benim olmuştu. Sonraki arkadaşım ise babamın Lubitel marka üstten bakmalı fotoğraf makinesiydi. Vizörüne kafamı gömünce dünya bir başka görünüyordu. Porst’un Yashica modellerinden birisiyle 35mm film dünyasına adım attım. Çelik obtüratörün açılıp kapanma sesi benim kafamdaki fotoğraf makinası sesini oluşturdu.
Karanlık oda kırmızı ışığınının sihirli dünyasına girdim. Kendi hazırladığım ilaçların kokusunu içime çekerek Rus malı agrandizörlerde siyah-beyaz baskılar yaptım. İlaçlar kötü hazırlanmıştı ve çok acemiydim. Bir sene para biriktirip 150mm lik teleobjektif aldım. Fotoğraf sanatçısı pozları takınarak deklanşöre bastım. Çoğunu da sabitleyemedim.
Pekçok fotoğrafçı için digital çıkıp mertlik bozulmuştu ama benim için fotoğrafçılık yeniden başlamıştı. Film bitti derdin yok, banyo derdin yok, bir kere makineye para yatırdığın zaman dünyalar kadar fotoğraf çekebilirsin. Şimdi film harcama gereği olmadan objektifin arkasından görünenleri bilgisayarımın ekranına aktarabiliyorum. Banyo beklemeden hemen izleyebiliyorum. Beğenmediğim kareyi tekrar takrar çekebiliyorum. Çok sevdiğim bir karenin renk veya doygunluğu istediğim gibi olmamışsa resim programlarıyla düzeltebiliyorum. Bizim zamanımızda paran olsa bile alacak makine bulamıyordun. Herşey çok pahalıydı. Şimdi bir kot pantolon parasına fotoğraf makinesi alabiliyorsun. Zamanın koşullarından iyi yararlanabilmek için biraz geçmişi hatırlamak gerekiyor. Bu sadece fotoğrafçılıkta değil her alanda böyle. O zaman elindeki koşulların kıymetini verebiliyorsun.
Günümüzde birsürü güzel özelliği olan aynasız makineler piyasaya sürüldü. Hem yüksek kapasiteli fotoğraflar çekebiliyorlar hem de yüksek çözünürlükte (4K çekebilenleri bile çıktı) video kaydı yapabiliyorsunuz. Çektiğiniz fotoğrafı düzenleyebiliyorsunuz. Hem de bunca fonksiyonu çantanızın küçük gözüne sığdırıp geziyorsunuz. Erişimi kolay bunca malzemeye karşı üretim azlığı beni birazcık endişelendiriyor.
Fotoğraf karelerine bakakalıp izlemeler bende “fotoğraf okuma” zevkini geliştirdi. Yes/No’ ya hükümlü ingilizcemle sahaflardan aldığım 1960-1970 lerin eski National Geographic dergilerindeki fotoğraflara bakakalırdım. Hatta reklam fotoğraflarına bile. Mesleki kariyerimde bu “bakakalmalar” ın bana çok yararı oldu. Magnum fotoğrafçılarının anı yakalama çalışmalarını ise hayranlıkla izledim.
Hayran kaldığım fotoğraf sanatçılarından biri olan Ara Güler’in bir fotoğrafı fotoğrafçılığa bakışımı çok değiştirdi. Ustanın boynunda bir instant kamera asılıydı. O zaman makinadan ziyade “göz”ün önemli olduğunu kavradım. Görebiliyorsan çekebilirsin demekti bu.
Okulu bitirdikten sonra artık izlediğim filmlerin içine girebildiğim pek söylenemez. Seti nasıl hazırlamışlar, kameraman nereden çekmiş, ışığı nasıl kurmuşlar, hareket akışlarını nasıl planlamışlar, hangi görsel efektleri ve kurgu mantığını kullanmışlar, devamlılık hataları var mı derken jenerik akıveriyordu.
Filmin her karesi bir üzerine çalışılmış bir fotoğraf karesidir. Masanın üzerine koyduğunuz objenin kameraya yakınlığı, ışığın sertliği, renkler, duvardaki gölgeler, kameranın açısı, oyuncunun kolundaki saat, pencerenin dışındaki ağaçta duran baykuş, yatağın dağınıklığı, açık duran bilgisayar ekranındaki fotoğraf, duvardaki takvim izleyene bir sürü alt mesaj vemektedir.
Sony'nin Alfa A7RII sine sahip olmayı hayal ederken Alfa 9 çıktı. Hep geriden yetişmeye çalışıyoruz kaçan trene vesselam... (Off the record)
Holivut, 1800 yılların başından beri, önceleri bilmeyerek ancak sonraları bilerek ve planlayarak görsel anlatım unsurlarını beynimize kazıdı yıllarca. Bugün göz kırpmasıyla eşleştirilen kurgu yöntemi önceleri film kuşaklarını birbirine bağlamanın mecburi yoluydu. Zaman değişimleri açma kararma ile, mekan değişimleri miks (karıştırma) ile anlatılır ve anlaşılır oldu. Objektif ve subjektif kamera kullanımları ile izleyenin duyguları tetiklendi. Çekim ölçekleri işlediğiniz konunun önemli unsurunu ön plana çıkarmaya katkıda bulunurken, çekim açıları üstünlük veya edilgenlik duygusunu yansıttı.
Yönetmenlerin bütün bu nedenlerle “çerçeve okur yazarlığı” olmazsa olmazdır.
Yani kadrini kadrajını bileceksin öyle yönetmen koltuğuna geçeceksin.
* Kilit Taşı: Kemerli yapılarda (kapı, köprü vb) kemerin tam ortasına yerleştirilen ve kemeri sabitleyen mimari unsur. Taş yerinden çıkartıldığında kemer yıkılır.
* Kadr - (ar.) 1) değer, îtibâr. 2) onur, şeref, haysiyet; meziyet. 3) rütbe, derece
* Kadraj-Cadrage (fra.) -Çerçeveleme, çevreleme, kareleme. İçinde sinematografik unsurları taşıyan fotograf, film veya resim karesi.