[2] Kaset Kültürü
Geçen ay Broadcasterinfo dergisinde yayımlanan kasetler bölümünü yazmaya başladığımda, atmaya kıyamadığım kasetlerden söz etmiştim. Yazımı okuyan birçok arkadaşım aynı dertten mustarip olduklarını, benim gibi kasetlere yüklenen birçok anlam yüzünden duygusal karmaşa yaşadıklarını belirttiler. Son günlerde tozlu kasetlerimi ortaya çıkardım, 30 yıllık kasetçalarımın play düğmesine bastım. Anı yüklü kasetlerimin hepsini yeniden dinlerken sanki çocukluğumu, gençliğimi yeniden yaşıyorum.
Manyetik kayıt tarihi yazı dizimizin manyetik ses kaydı bölümünün sonuna geldik, bu bölüm en eğlencelisi olacak sanırım. Kasetlere ulaşmak, görüp incelemek hâlâ kolay olduğu için bu yazıda onları yarattığı kültür üzerinden irdelemeye çalışacağım. Bence gelmiş geçmiş hiçbir format, kaset kadar büyük bir kültür ve sevgi yaratmamıştır. Çünkü Philips Laboratuvarlarının keşfi olan kaset insanlara yaratıcılıklarını kullanma imkânı sunmuştur. Evinde “kaset kayıtçısı” olan herkese bir sanatçı olabilme şansı vermiş, dünya tarihinin en yaygın ve sevilen medyası olarak müziğin kitlelere ulaşmasında büyük etken olmuştur. Dünyaya yayılmaya başladığı 1970’li yıllardan itibaren kasetlerin getirdiği pratiklik evlerde kullanılan kaset kayıt sistemlerinin gelişmesini sağladı. Yeni oluşan bu “ev yapımı kaset” ortamı apayrı bir üretim, pazarlama, dağıtım hatta yaşam kültürü oluşturdu. Sıradan insanlar taşınabilir (portatif) kaydedici teyplerini yanlarına alarak istedikleri etkinliklerin seslerini kaydettiler. Bunlar bazen bir şiir ve müzik dinletisi olurken bazen de konuşma, anılar, toplantılar, röportajlar olabiliyordu. Belki en çok sevilen tarafı plaklardan ya da farklı kaynaklardan istenilen müzik parçalarının istenilen sırayla kasetlere kaydedilebilmesiydi. Bu özelliği dolayısıyla da sınırsız bir özgürlük ortamı yarattı. Ancak o dönemlerde özellikle ülkemizde pek bilinmeyen bilinçli ya da bilinçsiz olarak gözden kaçan ufacık bir nokta vardı: telif hakları.
Bu özgürlük evlerden taşıp sokaklara, mahallelerimize yeni bir esnaf türü olarak geldi, “bant kayıt stüdyosu”. Bir kültür devrimi bile sayılabilecek bant kayıt stüdyoları sayesinde müzik gibi bir sanat küçük ücretler karşılığında herkesin ulaşabileceği hale gelmişti. Bant kayıt stüdyoları genel olarak vatandaştan gelen talep üzerine temin ettikleri plaklardan istenen parçaları müşterinin istediği sırayla kasetlere kayıt ediyorlardı. Boş kasetleri kimi zaman müşteri getiriyor, çoğu zaman da dükkândan satın alıyorlardı. Dönemin ekonomik koşulları gereği sık sık daha önceden kayıt yapılmış, kullanılmış kasetlere defalarca, bozulana kadar kayıt yapılabiliyordu. Vatandaş istediği şarkıları yazdığı bir “parça/kaset listesi” hazırlayıp stüdyoya verirdi. Sadece tek bir sanatçının albümü değil farklı müzik türleri ve sanatçıların olduğu zevke göre oluşturulan bu listelerle kaydedilen kasetin adı da belliydi artık. “Karışık kaset” kavramı işte böyle ortaya çıktı, hatta filmi de yapıldı. Müzik piyasasında stüdyolar kendi arşivlerini genellikle müşterilerinin eğilimlerine göre oluşturuyorlardı. Müşteriler de sevdikleri müzik türlerine göre en zengin olduğunu bildikleri stüdyoya giderlerdi. Yani “rocker”, rock müzik albümleri çok geniş olan stüdyoya; sanat müziği ya da arabesk sevense o tarzda arşivi güçlü olan stüdyoya gider onun müşterisi olurdu. Bu arada ülkemizde üretilen müzik türlerinin plaklarına kolay ulaşıldığını ancak yabancı kaynaklı plaklara ulaşabilmenin haftalar, aylar aldığının da altını çizelim.
Sevdiğimiz grubun kasetini doldurtmak için her gün stüdyoya uğrayıp plağın gelip gelmediğini sorardık, bu ayrı bir heyecandı. Plak gelince de doldurtmak için sıraya girilirdi, çünkü bu kayıt işlemi eş zamanlı yapılıyordu. Yani her kaset ne kadar süre içeriyorsa kayıt da o kadar sürüyordu. Stüdyolarda genelde iki pikap, iki kaset kaydedici deck, bir amfi (amplifikatör) ve bir çift hoparlör seti olurdu. Bu sadece aynı anda iki kaset kaydetme imkânı verirdi. Bazı stüdyoların arşivi çok büyükken bazıları da cihazlarının dolayısıyla yaptıkları kaydın kalitesinin yüksekliğiyle meşhur olur, tutulurdu. Stüdyoların vitrinleri de rengârenk plak kapaklarıyla süslenirdi. Ülkenin müzik piyasası bant kayıt stüdyolarından sorulur, en yeni ve en çok satan plaklar onların vitrinlerinden takip edilirdi. Hani şu TRT’de yıllarca ilgiyle izlenen “80’ler” dizisinden hatırlayacağımız, Serhat Kılıç’ın oynadığı “Ergun Plak” karakterinin stüdyosu gibi. Bazı kayıt stüdyoları da kaydettikleri kasetlerin üzerine kendi tasarladıkları bir etiketi reklam amaçlı olarak yapıştırırlardı. Bu sevimli esnaflar zamanla farklı teknikler ve üsluplar geliştirmeye başladılar. Örneğin kasetlere sanki radyo programı ya da gazino sunumları gibi ekolu anonslar yapmaya başladılar. Daha önceki yazılarda yer verdiğimiz 3 kafalı makara teyplerle eko işlemini gerçekleştirirken, bu anonslara bazen yaş günü kutlama anonsları da farklı bir hediye havası katıyordu. Bir başka uygulama da o zamanlar şehirlerarası otobüslerde çok moda olan kaset çalmaya yaratıcı bir yaklaşım getirmişti. Parçanın başına mealen “Bu parça 13 numarada oturan yolcumuza hediyemizdir” gibi ekolu anonslar yapılıyordu. Bu kasetin her yol seferinde tekrar tekrar çalındığını o an düşünemeyen yolcu da heyecanlanır, mutlu olurdu.
Bant kayıt stüdyolarının tanıtım etiketleri vardı.
80'ler Dizisinin Bant Kayıt Stüdyosu Ergun Plak
Kaset kültürünün yükselişine yol açan bir başka etken de çift kasetli teyplerin yaygınlaşmasıyla evlerde de kaset doldurma işlerinin kolaylaşmasıdır. Belki de dünyanın ve ülkemizin en meşhur DJ’leri o dönemde çift kaset teyplerle yaptıkları kasetlerle yetişmişlerdir. Çift kaset teypler birbirinden bağımsız çalışabilen fakat aralarındaki bağlantıyla bir tarafı okuma bölümü olan kaseti diğer tarafta kayıt bölümündeki kasete kaydedebilen cihazlardı. Elbette âşıklar da ilanı aşk etmek için kasetlere anonslar yapar konuşmaya çekindikleri sevgili adaylarına bu kasetleri hediye ederek onlara romantik bir şekilde ulaşırlardı. Bir sesli mektup kültürü oluşmuş, sevdiklerinden uzakta olanlar kasetlere doldurdukları sesli mesajlarını mektup gibi göndermeye başlamışlardı. Özellikle ergen erkekler için en orijinal kız tavlama yöntemi ona seveceği düşünülen parçalardan bir karışık kaset yapıp hediye etmekti.
Çift kaset teyplerin boş kaset satışlarını artırması bir taraftan da tüm dünyada müzik endüstrisini zor durumda bırakıyordu. Sıradan insanın aklına gelmeyen telif hakları dolayısıyla masum gibi görünen bu olayla başa çıkamayan koskoca müzik endüstrisi “Home Taping is Killing Music” (kaset kopyalamak müziği öldürüyor) sloganıyla en azından vicdanlara seslenelim dediler ama boşuna. Bu dönemde hayatımıza yeni bir terim daha girdi: “Korsan kaset”. Hazır firma kaseti uygulaması dünyaya göre ülkemize çok geç girdi. Firmalar çıkardıkları plakların yasal kasetlerini de çıkartıyorlardı ama yine de bantların kolay ve ucuz yöntemlerle kopyalanmasını engelleyemediler.
Kasetleri kopyalamayı kolaylaştıran çift kaset teyp
Kasetler her ne kadar profesyoneller ve Hi-Fi severler tarafından pek benimsenmese bile onlar da bu işten bolca nasiplerini aldılar. Bağımsız sanatçılar ve pahalı kayıt stüdyolarına girecek imkânı olmayan müzisyenler için 1979 yılında bir devrim Teac Tascam’dan geldi, Tascam Portastudio . Üzerinde ton ayarlı mikrofon ve enstrüman girişleri olan küçük bir mikser ve bir kasete 4 kanal bağımsız ses kaydı yapabilen minik bir stüdyoydu. Daha sonra Home Studio diye anılacak olan kavram böylece ortaya çıktı. Başka markaların da pazara girmesiyle gelişen ev tipi cihazlarda gelinen en son noktada bir kasete 8 kanal kayıt yapılabiliyordu. Böylelikle sanatçıların düşük maliyetle en azından demo yapmaları kolaylaştı. Dünyada birçok sanatçının albümleri Portastudio ile gerçekleştirildi. Bilinen en ünlü plaklardan biri iki adet Shure SM 57 mikrofon ve Portastudio ile kaydedilen Bruce Springsteen’nin “Nebraska” albümüdür. Ülkemizde Tascam Portastudio ile yapılan ve plak olarak basılan yapımlar da olmuştur. Güneri Munzur’un Ankara’da kendi evinde kaydettiği Unutamadıklarım albümü benim bildiğim ilklerden biridir.
Müzisyenleri özgürleştirerek home studio ortamını açan Tascam portastudio 144 5
Ağır, hantal ve kullanımı pratik olmayan Nagra teypten başka alternatifi olmayan profesyoneller ise portatif kaset kaydedicilerle tanışmaya başladılar. Çok yüksek kalite gerektirmeyen, özellikle röportaj gibi işlerde kullanılacak taşınabilir kaset kaydediciler mikrofon girişleri olan, kulaklık ve kayıt seviyesini görüp kontrol edebileceğiniz sistemlere sahipti. Özellikle Nagra teyplerin ağırlığından omuzları çöken radyocular tarafından çok tutuldu.
Taşınabilir Profesyonel Kaset Kaydedici Nagra'nın tahtını sallamıştı.
Kasetler, plaklar gibi basılamıyor, eş zamanlı çoğaltım da çok zahmetli, masraflı ve daha önemlisi zaman alıyordu. Endüstrinin kasetleri verimli biçimde çoğaltma ihtiyacını hızlı kopyalama sistemleri çözdü. Bir master (ana kalıp) okuyucuya bağlı sayıları 2’şer 4’er katlanarak artırılabilen modül kaydediciler senkron çalışarak birkaç dakika içinde hızlı kopyalama yapabiliyordu. Özellikle kaset fabrikaları için üretilen bu sistemin daha küçük modelleri bant kayıt stüdyolarına kadar girdi. Bu artık kasetin bir sanatçının yapımını oluşturup çoğaltıp dağıtmasını çok küçük bütçelere sığdırabileceği zincirin son halkasıydı.
2019 yılında bir başka sonic devrimin 40. yılını kutluyoruz. Sanırım benim gibi yaşı 40’ın üzerinde olan milyonlarca insan için çok şey ifade eden Walkman’nin yaş günü. Walkman, o benim işte, birçoğumuz gibi benim de lakabım “walkman’li çocuk” idi. Sony’nin başkanı Akio Morita’nın uzun uçak yolculuklarında opera dinlemek istemesi üzerine Nobutoshi Kihara tarafından tasarlanan, stereo kasetlerin sadece kulaklıkla dinlenebilmesini sağlayan ve o zamanlar için küçük sayılabilecek portatif bir kasetçalardı walkman. İlk model Sony TPS-L2 Walkman 1979 yılında Japonya’da piyasaya çıkarken Amerika’da Sound-About, İsveç’te Freestyle, İngiltere’de ise Stowaway gibi isimlerle yaklaşık 150 $ fiyatıyla boy gösterdi. Rivayet odur ki, Başkan Morita, walkman ismini hiç beğenmemişti, farklı bir şey olması için uğraşsa da ürün piyasaya çıktıktan sonra bu isim değişikliğinin pahalıya mal olacağını düşünmüş, ayrıca dünya walkman adını çoktan benimsemişti.
Müzik dinlemeyi özgürleştiren devrim 1979 Sony Walkman TPS-L2
Türk Dil Kurumu’nun Türkçemize “gezerçalar” olarak önerdiği bu sevimli cihazlar gerçekten hayatımızı değiştirdi. Bir mekâna bağlı olmadan özgürce, istediğimiz yerde ve zamanda, istediğimiz işi yaparken müzik dinlemenin zevki walkman’i geçen yüzyılın en kült icatlarından biri hâline getirmişti. Günümüzdeki gibi güçlü pillerin olmadığı dönemlerde pilleri çabuk bitmesin diye kasetleri makaralarına sıkıştırdığımız bir kalemle sararak başa almamız da kaset denince en çok hatırlanan güzel anılarımızdır.
Kasetleri kalemle sarmak.
Walkman sadece yürürken müzik dinleyebilmeyi ifade etmiyor bizlere bireyselleşmenin de kapılarını açıyordu. Toplumdan izole olmanın hem amacı hem de aracıydı. O ilk dönemler turuncu süngerli kulaklığı takınca çevreden gelen sesleri duyamama, özellikle anne babaların seslenişlerine yanıt vermemek gençleri çok zor duruma sokabiliyordu. Walkman zamanla alışıldık müzik dinleme disiplinini bozdu, belki de müzik çalarların yanında dinleme zorunluluğunu ortadan kaldırdığı için müzik dinlemek bir ritüel olmaktan çıktı.
Zamanla FM radyo yayınlarının gelişmesiyle radyolu kasetçalarlar da ülkemizde yaygınlaştı. O zamanın tek kanal olan TRT FM radyo yayınından kasetlere kayıt yapmak için teyp başında heyecanla beklemek artık sıradan bir alışkanlık olmuştu. O günün şartlarıyla yeni çıkan albümleri altı ay hatta bir yıl sonra kaydedebilmek için radyo-teybin başına oturur ve tam zamanında kayda girmeye çalışır, girişte ve şarkı aralarında anons yapan DJ’lere sinir olurduk. Hâlâ bazılarımızın atmaya kıyamadığı kasetler arasında TRT Radyosundan kaydedilmiş kasetler de vardır.
Mesleğim gereği ülkemizin birçok yerini köylerine kadar gördüm. Kaset teknolojisinin üretim kolaylığı beni Anadolu’nun küçük köşelerinde bile çok büyük sürprizlerle karşılaştırdı. Birçok halk ozanının küçük bir teypte kaydedilen, basit şartlarda çoğaltılmış kasetlerinin hiç de küçümsenmeyecek maddi büyüklükte bir kaset endüstrisi oluşturduğuna şahit oldum. Bu yerel sanatçıların kayıtlara geçemeyen kaset satış rakamları tahmin edeceğinizin ötesinde, neredeyse ülkemizin yıldız sanatçıları kadar büyüktü.
Kasetlerin pratikliği onları sokaklara çıkardı. Gençler mahallerde, sokaklarda taşınabilir kasetçalarlarla müzik dinler, dans ederlerdi. O dönemimin Break Dance modasıyla coşan gençlerin o ilginç danslarına bazen Ghetto Blaster bazen de Boombox diye tabir edilen bu taşınabilir kasetçalarlar eşlik ederdi. Ne yazık ki pil düşmanı olan bu kasetçalarlar, gençlerin harçlıklarının da düşmanıydı. Omuza alınmış Boombox teyplerden müzik dinleyerek dolaşmak çok havalı bir moda olmuştu.
Boombox'ları omuzda taşıyarak dolaşmak çok havalıydı.
Kaset kapak ve kartonetleri de yaratıcılığı tetikleyen bir başka alandı. Evlerde yapılan kasetlerin kartonetlerine istenilen mizaçta yazılar, resimler, içerikler ve sanatçılarla ilgili bilgiler, şarkı sözleri yazılabilirdi. Korsan ve bağımsız sanatçıların basit yöntemlerle çoğalttıkları kasetlerin çoğunlukla fotokopi ile çoğaltılan kapakları “J-card” denen olguyu, bir underground sanatını oluşturdu. J-kartı adını, kartonetin kaset kutusuna sığması için yandan bakıldığında “J” harfi şeklinde katlanmasından alır.
Makara bant görünümlü kaset
Kasetlerin her eve girecek kadar ucuz ve pratik olması Hi-Fi cihazlar üreten firmaları da harekete geçirdi. Artık Cassette Decks (Türkçemize “kaset dek” ya da sadece “dek” olarak girdi) daha kaliteli kayıt ve dinleme olanağı veriyordu. Nakamichi, 20-20 KHz frekans bandı, 3 kafalı, 3 motorlu, çift kapstanlı ve çok düşük gürültülü Nakamichi 1000 modelini 1973 yılında çıkartarak kasetleri makara teyplerle yarışacak kadar kaliteli kayıt yapabilecek duruma getirerek kaset deklerin efsanesi oldu. Daha sonra yine bir efsane Dragon modelini çıkaran Nakamichi kaset döneminin Rolls-Royce ‘su olarak anılır ve hâlâ vintage piyasasında yüksek fiyatlara satılır. Nakamichi 1000zxl Limited Edition Gold Plated modeli şu an bile 10.000 $ civarında satılmaktadır. Benim gözdem ise uzun yıllar müthiş kayıtlar yaptığım Teac Z 7000 modelidir. Tamamen mikroişlemcilerle çalışan ve kasetleri optimum kayıt kalitesine ulaştırmak için otomatik kalibrasyon yapan sisteme sahip bu cihaz deck kaset teknolojisinde gelinen son noktaydı.
Nakamichi Dragon Efsane kaset deck
Benim efsanem Teac Z 7000
Kasetçalarların kendilerine özgü görsellikleri de hepimizin hoşuna giderdi. Özellikle ilk dönemlerde ibreli olup sonradan neon ve LED ışığa dönen vu-metreleri tam seyirlikti. Kasetlerin arka yüzünü normalde dinleyici kaseti cihazdan çıkartıp ters çevirip tekrar cihaza koymak suretiyle dinlerdi. Bu zorluk auto-reverse teknolojisiyle aşıldı. Auto-reverse için birçok firma çılgın hatta komik sayılabilecek çözümler üretti. Kaseti kendi çıkartıp bir kızakta kaydırıp ters çevirerek tekrar cihaza alıp diğer yüzünü çalan Philips, Nakamichi Rx-202’deki gibi kaseti dışarı çıkartıp kendi ekseni etrafında çevirip tekrar içeri alarak çalan harici çözümler olsa da en çok tutulanı kaseti hiç çıkartmadan öbür yüzünü çalan sistemlerdi. Döner kafalı sistem bandın akış yönü diğer tarafa çevrilirken kafanın kendi ekseninde dönerek diğer taraftaki ters yönde kaydedilmiş sinyali okuyabilirdi. Normalde stereo 2 kanala sahip olan kasetçalar kafası yerine 4 kanallı kafa kullanan sistemlerde ise sadece kaset akış yönü değişiyor diğer yüzün ters yönde kalan sinyali 4 kanallı kafanın diğer 2 kanalından alınıyordu.
Analog manyetik bantların ve kayıt sistemlerinin belki de en büyük kusuru bandın tanecikli manyetik yapısının kafaya sürterek geçmesinden kaynaklanan ve kolaylıkla duyulabilen bir fon gürültüsünün, istenmeyen bir hışırtısının (tape hiss) olmasıdır. Yıllar önce o dönem yeni sayılabilecek dijital kayıt teknolojisi hakkında ünlü müzisyen Vedat Sakman ile sohbet ederken “O ne ya, sanki içeride biri duş alıyor gibi” demiş ve çok gülüşmüştük. Bu istenmeyen gürültü aynı zamanda sinyal gürültü oranını düşürerek (signal-to-noise ratio) sesin dinamiğini ve frekans bandını daraltan olumsuz bir etkendir. Bant genişliği ile kayıt hızı arttıkça ve manyetik kalitesi daha yüksek bantlar kullanıldıkça bu gürültü bir miktar azalır.
Nakamichi RX-202 ilginç bir Autoreverse tarzına sahipti.
Kaset döneminin teknoloji firmalarının en önemli araştırma konusu özellikle müzikte bant başı ve parça aralarında kolaylıkla duyulabilen bu hışırtıyı azaltmaktı. Bu amaçla birçok firmanın çıkarttığı ürünlere genel olarak “Noise Reduction” kısaca “NR” denir. Bu konuda en kabul görmüş sistemleri geliştiren Ray Dolby’nin firması ilk önce profesyonel kullanım için Dolby A type modelini geliştirdi ve daha sonra bunu ev kullanıcıları için Dolby B Noise Reduction System olarak sundu. Dolby ses frekans spektrumunu birçok bölgeye ayırır ve bazı bölgelere farklı oranlarda volume, bastırma ve genişletme (compression/expansion) yapar, buna compansion denir. Kayıt yapılırken düşük seviyeli yüksek frekanslı sinyallerin genliğinin yükseltilmesi ve işlemin tersi uygulanarak tekrar oynatılmasıdır. İşlem sadece bant gürültüsünü oluşturan yüksek frekans bölgesine uygulanır, çünkü bu kulağın en rahatsız olduğu frekans aralığıdır. Dolby böylece frekans bandını genişletirken bant gürültüsünü bastırarak sinyal gürültü oranını yükseltiyordu. Dolby daha sonra özellikle ev kullanıcılarına yönelik gittikçe daha güçlü Dolby B, C, S tipi sistemlerle 20 db’in üzerinde bir iyileştirme sağladı.
Kasetler çok ince bantlara sahip olduğundan mekanizma içinde ileri geri sarılma gibi durumlarda bazen sıkışmalar, sarmalar hatta kopmalar olurdu. Müzik severlerin çoğu bozulana kadar dinledikleri kasetlerin bu tip arızalarını da giderecek becerileri geliştirdiler. Kopan bantlar yapıştırılır, sıkışan kasetler içi açılarak toplanırdı. Bir de yapısı gereği manyetik bantları hoparlör ve televizyon gibi güçlü manyetik özelliği olan şeylerden uzak tutmak gerektiğini uzun süre bir hoparlör kabini üzerine bırakılmış kasetlerin seslerinin bozulmasıyla anlamak gibi acı tecrübelerle öğreniyorduk.
Evet, kasetler 1970’li yıllardan 2000’li yılların başına kadar yaşamımızın parçası oldu. Dünya müzik kültürünün büyümesine, güçlenmesine hatta kök salmasına çok büyük bir katkı yaptı, bir yaşam kültürü oldu. Bugün eskicilerin raflarını dolduran kasetler, evlerde kutuların diplerine atılmış hâlde depolarda, dolap üstlerinde ya da yatak altlarında terk edilmiş haldeler. Milyonlarca kaset, manyetizmalarında sakladıkları yaşamları bir başka formatta dünyaya yeniden sunmak için zamanını bekliyor.
1985 yılında Köyüm Bant Kayıt Stüdyosu’na doldurttuğum karışık kasetimi teybe yerleştirip play tuşuna bastım. İşte o hafif hışırtı ve tanıdık bir ses “Foreveeeer Young”…
Kasetler hayatımızda eskisi kadar olmasalar bile, biz onları çok sevdik…