Reklamı Kapat
Anasayfa > Makaleler > TV Haberciliği [1]
TV Haberciliği [1]
15.01.2018 15:54

Bu kez biraz uzun anlatacağım. Otuziki kısım tekmili birden, bir varmış bir yokmuş, kaf dağının ardında bir ülke varmış. Buyurun büyüklere masallar…

Eski Köye Yeni Adetler

Milattan Sonra 80’lerde üniversitede mesleğimin eğitimini sürerken, o sıralarda TRT’de pek popüler haftalık haber programlarından birisinin hem yapımcılığını hem de sunuculuğunu üstlenen E.Y, Televizyonda Habercilik üzerine bir dersimize öğretmen olarak katılıyordu. Alandan yetişme bir abimizdi. Gördük ki eğitmenliğe gelmişti aslında. Derse girdiği ilk gün tahtaya yazdığı “özlüsöz”, habercilik üzerine bakışının anayasası gibiydi. “Eski köye yeni adet getirilmez”. O günden sonra bir daha da programını izlemedim. 

Elbette o dönemler zamanın yavaş aktığı, şiddetli dönüşümlerin ve değişimlerin bizi sarsmadığı “ağır” zamanlardı. TRT ekranlarında altyazı geçebilmesi için ya ihtilal olmalı, ya binlerce kişi depremde yıkıntı altında kalmalı veya komşumuzla savaşa tutuşmalıydık. 

Liseden hallice okulumuzun tedrisatından ve TRT’nin zımparasından geçtikten sonra ilk özel televizyonların kurulması ile birlikte yaradana sığınıp kendimizi sihirli kutuya attık. O dönemde televizyon alanında yetişmiş insan azlığı bizleri kıymetli kılmıştı. 

1990’lı yılların özel televizyonculuğu, TRT’nin köhne “denetim dairesi”ne takılıp kalmış taze fikirlerin yeşermeye fırsat bulduğu, batıdan esinlenilmiş yapımların zayıf teknolojilerle taklit edildiği, kendimizi gösterme fırsatı elde ettiğimiz bir dönemdi. Herşeye rağmen hepimizin omuzunda bir TRT havası asılı duruyordu. 

Özel televizyonlarda en büyük yarışlarımızdan birisi halkımızın “ajans” alışkanlıklarını yenileme üzerine kuruluydu. Dönemin en popüler gazetecileri, habercileri ekranlardan toplumun “hard diski”ni yeniden formatlıyorlardı. Biz televizyoncular da hediye paketinin fiyonkunu konduruyorduk.

Ne yazık ki bugün televizyon ekranlarında büyük kanalların habercileri yarışamıyor. Tematik kanallar çıkınca oyun alanı değişti. 

Keşke değişen sadece oyun alanımız olsaydı, oyunun kuralları da değişti, habercilik anlayışı da değişti, haberin sunumu da değişti, haberi sunanlar – televizyon gazetecileri olan muhabirler de değişti, editörler de değişti. İletişim mecralarıın sahipleri de artık eski gazeteciler değildi. 

İletişim teknolojisinin bugünkü kadar gelişkin olmadığı 90 lı yılların sonuna kadar gazetecilik yapan kuşağın yetişme öyküleri kulağınıza çalınmıştır mutlaka. 

Çektiği fotoğrafın gazete sayfasında basılması için yıllarca tırmalayan foto muhabirleri, haberinin veya makalesinin basılabilmesi için kaç top saman kağıdının buruşturulup çöp tenekesine atıldığı bilinmeyen gazeteciler, ekran karşısına çıkıp haber sunabilmek, haber anonsu veya röportaj yapabilmek için yıllarca mesleğin tozunu yutan TV Habercileri öyküleri. Uzaktan acımasız gelen “usta-çırak” ilişkileri gibi gözükse de hepimizin olgunlaşmasını sağlayan işte o zorlamalarmış meğerse. Mesleğimizin gözümüzde değer kazanmasını sağlayan bir sistemmiş, bugün daha iyi kavrıyorum.

2000 sonrası kuşağın gazete sayfalarına ulaşması da TV ekranlarında boy göstermesi de giderek kolaylaştı. Araba kullanmayı iyice öğrenmeden karmaşık şehir trafiğine çıkan yeniler bir sürü kaza yaparak, mecrada komik duruma düşerek, haberin sağlamasını yapmadan sunarak, dersine çalışmadan mikrofonu eline alarak mesleğin pırıltısını söndürdüler. Elbette toplumun gidişatının farklı olduğunu düşünmeyelim, her meslek dalında pırıltılar kayboldu, soluk gri bir matlık kapladı ortalığı.

20-30 yıl önce, gazete sayfalarında yer alabilecek, televizyon ekranlarında yayınlanabilecek seviyede haber üretebilmek oldukça zordu. Çıta epeyce yüksekteydi. Gündem her saat başı değişmiyordu. Önemli bir konu haftalarca gündemi meşgul edebiliyordu. Gazetecinin, tv habercisinin haberi üzerinde çalışacak biraz daha fazla zamanı vardı. Kütüphanelerde kitaplar, dergiler karıştırılıyor (internet kütüphanesi o zamanlar ulaşılmazdı), alanda haber ısrarlı bir şekilde sorup soruşturuluyor, fikri-takipler yapılıyordu. Ama çöpe giden haber sayısının bugünkünden çok fazla olduğu yadsınamaz bir gerçekti.  

Yıllarımı verdiğim ana haber yönetmenliğim, okulda retorik teoriler olarak öğretilen gazeteciliğime çok şeyler kattı. 5N1K formülüyle sınırları çizilen gazetecilik aslında sınır ötesi birşeydi. Neyin haber olduğunu, haber koklamayı, kavramayı; gelen haberin nasıl sunulacağını, nasıl sunulmayacağını, olayların içinden haberi cımbızlayıp çıkartmayı öğrendik. 

Güzel dilimizi doğru bir şekilde kullandık. Ekranda topluma örnek olacak görsel modeller çizdik. Spikeri, muhabiri, yorumcusu ekrana çağdaş ve şık olarak çıktı. 

90 lı yılların başında efsanevi Show Haber ekibi boşuna efsanevi tanımını yüklenmemişti. Aslında yaptığımız, mesleğimizin gereklerini yerine getirmekti o kadar. Haberin seçiminden, çekimine, kurgusuna, müziğine, görsel efektlerine kadar üzerine çalıştık. Günümüzün önemli gazetecileri, o zaman ayna karşısında mikrofon tutma ve soru sorma çalışması yapan pırıl pırıl gençlerdi. Bülten bitince evlerimize koşturmaz, ofiste diksiyon ve konuşma dersleri alırdık. Hangi renk giyineceğimizden, ağızdan baklayı çıkartacak soruyu nasıl soracağımıza kadar sürekli kendimizi geliştirdik. Haber ekipleri, dönemin konforsuz ve güvenliksiz araçlarıyla kelle koltukta, dağda taşta haber peşindeydi. Savaş takibine gidenler ile helalleşir öyle yolcu ederdik. Zordu o günler. Ama o zorluk kıymetliydi. Bizleri iyi haberciler haline getirmişti.

AA'dan ve birkaç yabancı haber ajansından başka hazır haber kaynağı yoktu. Anadoludan haber çıkartmak çok zordu. Haber, haber merkezlerine bugünkü gibi akmıyordu, siz haberin peşinde koşuyordunuz. Yerel muhabirlerimiz vardı sadece kendi kanalına çalışan. Doğal olarak herkesin haberi “özel” oluyordu. Şimdi herhangi bir haber kanalını izleyince, diğerini tüketmeye ihtiyaç duymuyorsun. Hepsinde aynı haberler. Haber atlatma, özel haber kavramları sözlük sayfalarında kaldı neredeyse.

Sonuçta Show Haber’i yeni sahiplerine terk ettiğimizde, ekrana saksı koysan seyircisi olan bir “ajans” halindeydi. Epeyce de o gazla gitti. (Dıp dıbı dıpdıp…)

Neticede inci gibi ekrana peşpeşe dizilen altyazıları okumuyoruz bile, o kadar sıradan ve etkisiz.

(… devam edecek)

 

YAZAR HAKKINDA
Teoman Kozan
Televizyon Yönetmeni | teomankozan@gmail.com
En Çok Okunanlar
Dergi