Reklamı Kapat
Anasayfa > Makaleler > Nakilen Sunuyoruz Efendim
Nakilen Sunuyoruz Efendim
18.01.2023 12:56

Nakilen Yayın, 1920’li yıllarda yaygınlaşmaya başlayan radyo ile birlikte hayatımıza girdi. Kablosuz sinyal iletiminin geliştirilmesiyle televizyonun da ayrılmaz bir parçası oldu. Özellikle haber ve spor yayıncılığında.

Radyo anlatıcıları, dinleyenin hayal gücünü doğru tetikleyebilmek için değişik anlatım teknikleri geliştirdi. Bunlar zaman içinde sektörün ortak terimlerine dönüştü. Ülkemizde ise yabancı sporların yabancı terimleri kimi zaman aynen, kimi zaman da anlatıcının dili döndüğünce seslendiriliyor ve izleyicinin kafasına kazınıyordu. Orta saha, santra yuvarlağı, 6 pas, ceza sahası, taç çizgisi, korner direği gibi terimlerle izleyiciye topun oyun alanındaki yeri tarif edilirken aynı zamanda çalım atmak, depar atmak, degaj, plonje, şut, aşağıya doğru akmak, 18’in içi-dışı, rakiplerini perişan etmek, kafa topuna çıkmak, uçmak, ara pası, korner atışı, frikik, faul, penaltı, taç gibi kelimeler dağarcığımıza yerleşiyordu. Oyunun bazı unsurları ise zaman içinde kişilik kazanıyordu: hakemin düdüğü, meşin yuvarlak, bayrak, zemin, kale direği gibi … 

Elbette 1930’lu yılların ilksel teknolojileri ve uygulamalarını bugün ile kıyaslamak doğru olmaz. O dönemdeki teknik koşullar, çekim yapma ve çekileni izleme deneyimi, yayın ilkeleri henüz oturmamış halde, herkes bir arayış içindeydi. Tek hedef bir sinyali başka bir yere kesintisiz ve parazitsiz aktarabilme üzerine yoğunlaşmıştı. Neyi nasıl gösterecekleri sonrasının işiydi.

Televizyon yayınları başlayınca eski anlatım yöntemleri yetersiz kaldı. Zaman içinde Televizyon kendi dilini oluştursa da Sinemada geliştirilen sahne, dekor, çekim, kurgu, ses, kamera hareketleri gibi mesleki kurallar ve meslek dili doğrudan televizyona uyarlandı. Gümüş iyodür kaplı şeffaf şeritler üzerine kaydedilen görüntü sadece sinema salonlarında ve kısıtlı sayıdaki seyirciye gösterilebiliyordu. Sinema filmleri önünde yayınlanan kısa haber ve propaganda filmleri sayesinde istenilen mesaj izleyiciye aktarılıyordu. Ama yetmiyordu. 

Radyoculuğun başlaması üzerinden henüz birkaç on yıl geçmişti ki elektrik sinyaline sesin yanında görüntünün de eklenebileceği ve bu sinyalin karasal linklerle kablosuz olarak uzaklara aktarılabileceği keşfedildi. Yeni bir iletim modelinin doğum sancıları başlamıştı. 

TV yayınlarının laboratuvarlardan ve test yayınlarından çıkarak halk ile buluşması 1950’li yılları buldu. Çünkü televizyon cihazı ilk dönemlerde çok azdı ve dehşet pahalıydı. Bu nedenle sinema benzeri bir yöntemle, insanları salonlara toplayıp, masaya konulan birkaç televizyon cihazından yayınlar izletiliyordu. Tabii ki salonlara girmek için bilet almanız gerekliydi. Ürünü satmak için sinemanın getirdiği alışkanlıklardan yararlanılıyordu.

Televizyon cihazı önce zengin evlerinde, teknoloji ucuzladıkça gelinlerin çeyiziyle birlikte her evin baş köşesinde kendine yer buldu. Uzakgörü adı verilen ve Almanca (Fernsehen) dışında bütün dillerde kendine yer bulan TELE-VISION ile bir şey izletmek için artık insanları salonlarda toplamaya gerek kalmayacaktı. Zaman gelecek herkesin kendine ait bir televizyonu olacaktı.

Şubat 1945 tarihinde dönemin İngiliz aktristi Phyllis Calvert ile muhabir Jasmine Blight arasında gerçekleştirilen stüdyo röportajında Emitron kameralar kullanılıyor.

Görüntülü iletişimin mucitleri bir yandan sistemi geliştirirken, elektriğin bulunuşundan beri firmalar arası teknolojik rekabet ve pazar kapma yarışları kıyasıya sürüyordu. Marconi-EMI Television Co. Ltd.1, 1934 yılında Amerikan Marconi Wireless Telegraph Company (MWT) ile İngiliz EMI Ltd.’in2 birleşmesi sonucunda kuruldu. Hisselerinin büyük çoğunluğu RCA’ya3 aitti. BBC4, çok fazla seçeneğin bulunmadığı 1936 yılında kamu televizyon yayınları için Marconi-EMI sistemini tercih etti. Marconi-EMI tarafından üretilen EMITRON, 1933 yılından 1950’lere kadar yapılan canlı yayınlarda BBC tarafından kullanıldı. Emitron kameralar dünyada seri olarak üretilen ilk elektronik kameralardır. İki yıllık hızlı çalışmaların ardından, EMI’nin geliştirdiği 405 satır taramalı kameralar, resim kalitesiyle rakip firma RCA’nın 343 satırlı teknolojisini geçmişti.5 Emitron’un 405 satırlı kameraları çok kısa bir süre sonra 625 satırlı versiyonlarıyla güncellenmiştir.

 

Televizyon çalışanlarının doktor gibi iş önlüğü giydiği ve pek çoğunun teknisyen veya mühendis olduğu, kameraların Flash Gordon’un sayfalarından fırlamış çizgilere benzediği dönemlere tekrar geri dönelim. Bugün hayal gücümüzü zorlarsak Darth Vader’in başlığına da benzetebiliriz. 

İlk versiyonlarda kameranın bakaçı (vizör) olmadığından kameraman ne çektiğini görmeden tahmini bir çerçeveleme yapmak zorundaydı. Bu zorluk nedeniyle acilen kameranın objektifinin yanına optik bir bakaç uyduruldu. (Şimdi kullanılan bakaçların elektronik olduğunu belirtelim) Ama kameramanların sınavı henüz yeni başlıyordu. Bakaçtaki görüntü tersti ve objektifle arasında açı farkı vardı. Optik düzeltme yapılana kadar kameramanların epeyce zorlandığını söyleyebiliriz.

Bir yandan yayınlar yapılırken bir yandan da kamera teknolojisi geliştiriliyor, kullanım sırasında ortaya çıkan aksaklıklar ve eksiklikler gideriliyordu.

 

1939 yılında İngiltere’deki Derby At Yarışları’nın MCR2’ye bağlı Emitron kamera ile çekimi.

  

Bugün pekçok takımın yaptığı gol sevinci kuşatmasının, Emitron kameraya yapılan ilk örneklerinden birisi. Kameranın zeminde kurulu olması maçın birkaç kamerayla çekildiğini gösteriyor. 

1950 yılında Fransa-İngiltere arasındaki ilk canlı TV yayını sırasında dudak mikrofonu kullanan anlatıcı.

Kamera bir şekilde halledilmişti. Ancak gerek mikrofon, gerekse sesi taşıyan elektrik devrelerinin yetersizliği ses kalitesini olumsuz yönde etkiliyordu. Bir de buna seyircinin tezahüratı eklenince, radyo ve TV hoparlörüne ulaşan ses artık anlaşılması güç bir gürültü haline dönüşüyordu. BBC mühendisleri bu sorunla baş edebilmek için 1937 yılında dudak mikrofonlarını tasarladı ve bunlar Marconi tarafından üretildi. Marconi L1 dudak mikrofonuna iyice ağzını dayayan anlatıcının sesi seyircinin gürültüsünden azıcık ayrılabilmişti. Süreç içinde hem mikrofonların hem de sistemin ses kalitesi yükseltildi.

Dudak mikrofonları geleneksellikten kurtulamayan İngiltere’de halen anlatıcılar tarafından kullanılıyor.

Bir dünya savaşından çıkmış, bir diğer dünya savaşına doğru sürüklenen Avrupa’da haberleşmenin gücü kafalara dank etmişti. Hem savaş hem de barış ortamında kitlelerin iletişim araçlarıyla yönlendirilmesi konusu Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya hükümetlerinin en önemli konusuydu. Radyo ve televizyon yayıncılığının Avrupalı öncülerinden BBC kurumu, devletin tam desteğini ardına almış koşturuyordu. Dünyanın en büyük emperyal devletlerinden birisi olan Birleşik Krallık, radyo ve televizyonun kitleler üzerindeki etkisini fark etmiş, bu muhteşem gücü gereğince kullanmak için pahalı yatırımlardan kaçınmıyordu. Ancak 1930’lu yıllarda başlayan televizyon serüveni henüz halka indirgenememişti. BBC, televizyonun gelişiminde bir üniversite gibi çalıştı. Bir yandan yayıncılık teknolojileri üzerine kafa yoruyorlar bir yandan da yayıncılık ilkeleri, kuramları oluşturmaya çalışıyorlardı. 

Ülkemiz radyo ve televizyon yayıncılığı konusunda aslında hiç de geri kalmamıştı o dönemlerde. Ülkemiz neredeyse dünya ile eş zamanlı olarak radyo (1927-İstanbul ve Ankara Radyoları) ve TV deneme yayınlarına (1952-İTÜ) başlamıştı.6 İTÜ, deneme yayınları yanında cihaz üretme konusunda da oldukça sıkı çalışmalar yapmıştı. Mesela ülkemizdeki ilk yaka mikrofonu İTÜ mühendisi Duran Leblebici tarafından o dönemde tasarlandı. (Bunu kim bilir? Hiçkimse. Ama Leblebici ailesinin bütün kitaplarını leblebicikitap (http://www.leblebicikitap.com)dan ücretsiz indirebilirsiniz.)

Avrupa’nın bizden daha ilerde olmasının nedenlerinden birisi de “kayıt tutma” özelliği. Bizim ilk yayıncılık çalışmalarımızla ilgili çok az bilgi-belge olmasına karşın, dünya savaşlarında yanıp yıkılmış İngiltere ve Almanya’nın gerek bilgi, gerek belge ve gerekse malzeme açısından oldukça zengin olduğunu söyleyebiliriz. 

TV yayıncılığının başlarındaki en önemli yayın malzemesi özel günlerdeki törenler, kutlamalar, spor karşılaşmaları, tiyatro oyunları, sirk gösterileri gibi toplumun ilgisini çekecek konulardı. Bunların hepsi sadece naklen yayınlanabilirdi, kayıt olanağı yoktu. 

Elbette ortada bir naklen yayın varsa, yayın yapılacak alana bu malzemeleri taşımak ve yayını gerçekleştirebilmek için bir takım araçlara ihtiyaç olacaktı. Bu nedenle Naklen Yayın Aracı, OB-Outside Broadcasting Van/Truck gibi isimlerle adlandırılan araçlar tasarlandı. Station Vagon tip otomobillerden minibüslere, otobüslere, kamyonlara ve tırlara kadar pek çok büyüklükte araç kullanıldı naklen yayınlar için. Donanımları ve büyüklükleri farklı araçların bugün geldiği teknolojik seviye inanılmaz boyutlarda.

Ama biz yine öykümüzün zaman dilimine dönelim.

1930’lu yıllardan başlayarak hem radyo için hem de televizyon için naklen yayın araçları tasarlandı ve televizyon yayınlarında devreye girdi. BBC’nin 1953’te gerçekleştirdiği en kapsamlı naklen yayın Kraliçe Elizabeth’in taç giyme töreni oldu. Elindeki bütün naklen yayın araçlarını alana süren BBC, farklı lokasyonlara yerleştirilmiş araçlarındaki 21 kamerayla töreni canlı olarak yayınladı. Televizyon açısından milat sayılabilecek bu yayın 20 milyondan fazla izleyiciye ulaştırılarak, bütün İngilizleri bir gecede radyodan kopartıp televizyon izleyicisine dönüştürdü.

Kayıt tutmanın ne demek olduğunu daha doğru ifade etmek için 1953 yılında gerçekleştirilen bu yayın ile ilgili notları buraya koymakta yarar var.

Yukarıdaki resimde tören yolu ve yolun üzerine yerleştirilen kamera ve anlatım pozisyonları belirtilmiş.

Yukardaki çizimde taç giyme töreninin yapıldığı Westminister kilisesinin kamera, mikrofon ve anlatıcıların konumları yer alıyor.

Tören için 11 farklı bölgede 95 adet anlatım pozisyonuyla 100 ülkeye yayın hizmeti verilmiş. 11 bölgenin herbiri için farklı ses kontrol odaları kurulmuş. Burada anlatıcının sesi ile efekt sesler mikslenerek ayrı ayrı ilgili yayıncılara dağıtılmış. Londra Posta İdaresi bağlantılar için yedekleriyle beraber 1300 yeni telefon hattı döşemiş.

Kilisedeki tören için 29 tane mikrofon yerleştirilmiş bütün alana. Bu mikrofonların sesleri anlatıcılardan bağımsız olarak merkezde 50 adet plak ve 16 adet manyetik makara banta kaydedilirken, yine talep eden yayıncılara ayrıca servis edilmiş.

Yukarda da söz ettiğimiz gibi farklı naklen yayın araçlarına bağlı olarak çalışan 21 tane kamera kullanılmış. Ama kameraların özelliği objektiflerindeymiş. Taretli objektif sistemlerinde, objektif değişimi sırasında görüntü kesilir. Bunu engellemek için o dönemde ilk kez kameralarda zoom objektifler kullanılmış.
Buckingham Palace’teki bir kameraya ise 40 inçlik tele lens yerleştirilerek çok uzaktan gelen tören konvoyu yakın plan izlenebilmiş. 40 inch’in 101,6 santimetreye denk geldiğini belirtmekte yarar var. Televizyon görüntülerinin karasal linklerle aktarıldığının altını çizelim. 

Bugünki koşullarda bile oldukça kapsamlı olan bu yayının 1953 yılında gerçekleştirildiğinin unutulmaması lazım. Almanya’daki ilk uluslararası televizyon yayını olan bu taç giyme töreni Amerika dahil çok sayıda ülkede naklen yayınlandı. Bu yayıncılık notlarının hepsine BBC’nin internet içeriklerinden ulaşabilirsiniz.

Televizyonun önemini idrak eden BBC, 1960 yılında özel tasarlanmış naklen yayın araçlarından farklı donanımlarda 10 adet almak için ihale açtı. MCR (Mobile Control Room) olarak adlandırılan bu araçlar, resim ve ses kontrol cihazlarının bulunduğu seyyar reji odalarıydı. Kamera tarafından alınan resim elektronik sinyale dönüştürülerek karasal link aracılığıyla merkeze aktarılıyor ve oradan da doğrudan TV verici antenine yollanıyordu. 

Winston Churchill’in 1965’teki devlet cenazesi, Wembley’deki 1966 Dünya Kupası ve 1969’da Wales Prensinin üniforma töreni gibi etkinlikler de BBC’nin bu araçlarla gerçekleştirdiği önemli naklen yayınlarıydı. 

Birkaç yıl içinde tek kameradan 4 kameraya kadar farklı ihtiyaçlara yönelik ve farklı tip cihazlarla donatılmış naklen yayın araçları imal edildi. Bu araçlardan en donanımlı olanı 10 kanallı resim masası, 20 kanallı ses masası ve 4 kamerasıyla MCR-21’di.

Canlı yayınların pek çok stüdyo programından daha etkili olduğunu gören TV kurumları, naklen yayın sistemlerine büyük kaynaklar ayırmaya başladı. Sadece 1 kameralı araçlardan onlarca kameralı IP-TV sistemlere evrilen naklen yayın araçları sürekli gelişmeye ve genişlemeye (expand) devam ediyor. 

Yukarıda televizyonun ilk dönemlerine ait çalışmalarda kullanılan teknik cihazların ve ev tipi televizyonların büyük bir kısmının Hollanda kökenli Panasonic firmasının ürünleri olduğunu hatırlatalım.

405 satır taramalı Emitron kameralar ile başlayan naklen yayın macerası bugün 4K kaliteyle görüntü yakalayan sistemlerin kullanıma girmesiyle devam ediyor. Henüz deneme sürümleri yapılan 8K bize göz kırparken naklen yayıncılığın ucu nerelere varacak merak konusu.


  1. MARCONI/EMI- BBC ye ilk kameraları satan Amerikan-İngiliz ortaklığı firma.
  2. RCA- Radio Corporation of America .1919 tarihinde Owen D. Young tarafından kuruldu, 1932 yılına kadar General Electric’in yan kuruluşu olarak çalışmalarına devam etti. 1926 yılında RCA çatısı altında kurulan NBC (National Broadcasting Company) New York Rockefeller Center’daki General Electric binasında çalışmalara başladı. İki kuruluş da özellikle ikinci dünya savaşı sırasında ve sonrasında devletin kontrolünde ve desteğinde varlığını sürdürdü.1986 yılında tamamen GE tarafından satın alındı. 
  3. EMI-Electric and Musical Industries Ltd. - İngiltere kökenli firmanın kurucusu Emile Berliner, 1897 yılında geliştirdiği ilk gramafonu tanıttı ve daha sonra EMI adını alacak şirketlerini kurdu. Ertesi yıl yapılan ilk gramofon kayıtlarının ardından Almanya, İtalya ve Fransa’da şubeleri açıldı. 1899’da Francis Barraud’un ünlü “Sahibinin Sesi” isimli tablosu satın alınıp şirketin amblemi olarak kullanıldı. EMI’nin müzikle başlayan macerası gramafondan kameraya ve bilgisayarlı tomografiye kadar her türlü elektronik aygıtı üretmiş ve satmıştır. 
  4. BBC-British Broadcasting Company. Bizdeki TRT gibi İngiltere’nin resmi yayın kuruluşu.
  5. Avrupa ile Amerika arasındaki bu sistem ayrılığı sonraki yıllarda da sürdü. Avrupa 625 interlace taramalı ve saniyede 25 karelik PAL (Phase Alternate Line) sistemini benimserken Amerika ve Japonya 525 satır interlace taramalı ve saniyede 29.97 kare kullanılan NTSC (National Television Standards Committee) sistemini tercih etti sonraki yıllarda. Bir de Fransa’nın, Doğu blokunun ve bazı Afrika ülkelerinin kullandığı SECAM (Sequential Color and Memory) ise PAL gibi 625 interlace satır taramalı ve saniyede 25 karelik sisteme sahip olsa da kullandığı renk kodlamasıyla ayrılıyordu. Renkli TV döneminde ülkemizdeki PAL televizyonlarda Rusya ve Yunanistan’ın yayınlarının siyah beyaz alınabilmesinin gerekçesi işte buydu.
  6. Ülkemizdeki ilk TV yayıncılığının öyküsünü incelemek isterseniz İTÜ yayınlarından çıkan “Televizyon diye bir şey varmış. Türkiye’de televizyonculuğun başlangıç öyküsü: 1951-1971 İTÜ TV “ kitabını okumalısınız.

*Bu yazı BBC’nin dökümanlarından yararlanılarak hazırlanmıştır.

YAZAR HAKKINDA
Teoman Kozan
Televizyon Yönetmeni | teomankozan@gmail.com
En Çok Okunanlar
Dergi