Büyük gün gelmişti. O gün kukusunu açıp herkese gösterecekti. Kocaman bir yığınla, medyanın hepsi eksiksiz oradaydı. Onlarca yıldır, açıp göstereceğini söyleyerek koca bir halkı kandırmıştı. Kuku kuku dediğinin ne olduğunu kimse tam olarak bilmiyordu ancak herkes dinleyip duruyordu. Kukusunu göstereceğini duyan binlerce kişi, yecüc mecüc güruhu gibi meydanda toplanmıştı. Bir telaş, bir gürültü, bir koşuşturma meydanı hareketlendirmişti. Herkes kuku merakıyla bekliyor, sorup soruşturmadan, öğrenmeden fikir yürütüyor, tahminde bulunuyordu. Her nefesini abartarak yayınlayan medya için sayısız malzeme vardı. Medya, o gün milenyumun bombasını patlatacağına inanıyordu.
Vakit yaklaşmıştı. Kuku merakı herkesin tansiyonunu yükseltmiş, umutlananlar bile olmuştu. Sonuçta on yıllardır, Kandora’nın yalanları ve masallarıyla avunup, gerçekten mutlu ve güvende olduklarını sanmışlardı. Ağızlarına çalınan bir parmak bal onlara güven vermiş, özlerinden taviz vermeden yaşadıklarına inanarak sahte bir ferahlığa kapılmışlar, kuku yalanıyla yıllardır teselli bulmuşlardı. Belki de kuku açıldığında çok daha mutlu ve huzurlu olacaklarına inanmışlar, istedikleri dünyaya kavuşacaklarından emin olmuşlardı. Bu nedenle onlar için Kandora’nın kukusu, geleceğin teminatı ve ebedi saadetin belgesiydi. Medya, kameraları, mikrofonları, not defterleri, objektifleri, yedek bataryaları, yakışıklı ve güzel muhabirleri, flaşlarıyla hazırdı.
Kukunun büyük bir yalan olduğuna, hiçbir gelecek vaat etmeyen bir batıl olduğuna inananlar da vardı. Medya içinde de kuku söylencesine inanmayanlar vardı. Onlar kukucuların hedefindeydi. Kukucular, Kandora’nın her dediğine şeksiz şüphesiz inanıp emirlerine itaat ederken, muhaliflerin de kökünü kazımaya and içmişlerdi. Muhalif düşünceleri, hatta gerçekleri araştırıp sorgulamak, anlamaya çalışmak boşunaydı. Çünkü kukuya muhalefet, kâinatın gerçeğine muhalefet etmek demekti. Kuku ebedi hakikatti ve tartışılması, muhalefet edilmesi ölüm fermanının tasdikiydi. Kâinatın ezeli ve ebedi gerçeğiydi kuku. Medyanın çoğunluğu da yıllarca buna inanmış ve bunu dikte etmişti.
O güne kadar Kandora misali niceleri gelip geçmişti, ancak hiçbiri Kandora’ya müsâvi değildi. Kandora, yüksek oyun gücü ve mutantan şovlarla herkesin gözünü boyamış, düşünmeye istidâdı olmayanların gönlünü de kazanmıştı. Mazisi pek de aydınlık değildi, ancak ihtişamlı gösterileriyle ve iddialı yalanlarıyla inançları zorluyordu. Bu nedenle çok çabuk ve yüklüce taraftar kazanmış, kukuya olan inancı yaymıştı. Bir yığın yoksul ve aç insan kuku yalanıyla doyduklarına inanıyor ve Kandora’ya şükrediyorlardı. Kandora artık bir peygamber, hatta tanrı mesâbesindeydi. Kandora’nın egemenliğindeki medya da onu tasdik ediyordu.
Kuku meraklısı güruh büyüdükçe, Kandora’nın yalanları da zulme dönüşüyor, düşünme engelli koca kitle yalnızca nefes alıp vererek, okumadan, akıl etmeden, adaleti gözetmeden, üretmeden yaşıyordu. Medya da olup bitenlerin hepsine çanak tutuyordu. Kandora’ya tapma ölçüsündeki duygu, tüm olumsuzlukları örtüyor, yoksulluk, açlık, hırsızlık, haksızlık, cinayetler tesettüre giriyor, yalnızca göz kamaştırıcı yalanlar manşetlere taşınıyordu. Aklın ve düşüncenin mahkûm olduğu dünyada sadece kukucuların heyecanlı gösterileri ve kukunun mistik silüeti egemenliğini ilan ediyordu. Medya da her gün mutantan kuku şovları yayınlıyordu.
Çanlar daha sık çalıp sıcaklık artıkça, meydan mahşer yerine dönmüş, kalabalığın gürültüsü bütün âsumânı kaplamıştı. Kuku açıldığında dünya yeniden var olacak, herkes yeniden yaşamaya başlayacaktı sanki. Tanrı yeryüzüne inse, bu kadar heyecan ve nümayiş olmazdı. Bayram yeri gibiydi her yer, Kandora’nın vaatleri ve kuku merakıyla. Medya çalışanları, sansasyonel görüntüleri kaydetmek için çılgın gibi koşturuyordu.
Çok az kalmıştı. Ömrü boyunca bilimsel bir yayın okumak yerine yalnızca gösterişli yalanlara inanmayı tercih edenler artık muratlarına erecek, Kandora’nın kukusunu görecek ve ebedi saadeti bulacaklardı. Heyecandan avuçları, koltuk altları, apış araları terlemiş; damakları kurumuş, dilleri dolanmıştı. Yüksek adrenalin beyinlerinin küçük penceresini de kapatmış, hiç düşünemez ve konuşamaz hale gelmişlerdi. Yüce dağlardan rüzgârla gelip hafif damlalar bırakan çisentiyi kukunun hürmetine Kandora’nın lütfu sanmışlardı. Medya çalışanları çılgın gibiydi, bir haberden diğerine, bir sansasyondan bir başkasına koşuyorlardı.
Nihayet Kandora, tanrı makamına menent yüksek kürsüde göründü. Şâşaalı kıyafeti ve mütekebbir çehresiyle büyülüyordu inananlarını. Eşsiz bir heybeti vardı. Heybetiyle yarışır biçimde, saatlerce bağırarak konuştu, yine görkemli yalanlara gizlediği iddialarından ve yeni vaatlerinden söz etti. Yüksek çözünürlüklü bir sürü göz onu görüntülüyordu, ancak kimse izlemiyordu. Sabıkalı ve ezik karakterini anımsadıkça daha çok bağırarak konuşuyordu. Bağırınca, herkesin kendisine inanacağını sanıyordu. Yüksek sesli konuşma, medyanın ağlarında daha da yükseliyor, insanların akıllarını ve vicdanlarını sarsacak boyutlara ulaşıyordu. Medya her hikâyeyi egzajere eder, adrenalin yükler, heyecanlı bir gösteriye dönüştürürdü.
Herkes ayakta durmaktan helak olunca konuşma da nihayet bitti. Şimdi biraz daha azalmış ama bitmemiş bir kuku merakı ve heyecanı vardı. Yandaşlar heyecanı tekrar arttırmak için davullar çalmaya, flamalar sallamaya başladılar. Cazgırlar güruhun arasında bir oraya bir buraya koşturup kukunun birazdan açılacağını söylüyor, kimsenin yerinden ayrılmamasını tembihliyorlardı. Medya da en az edilgen yığın kadar beklenti içindeydi. Görece bir sakinlik oluşmuştu. Lakin bir anda heyecan yeniden yükseldi ve dikkatler Kandora’ya yöneldi. Ulusal ve uluslar arası tüm objektifler o yana çevriliydi.
Kandora ellerini kukusuna uzatmıştı. Açmak üzereydi. Yandaşlar, sanki gökyüzü yarılıp tanrının yüzü görünecekmiş gibi heyecanlandılar. Bayılanlar oldu. Deprem öncesi seslere benzer bir uğultu yayıldı bütün coğrafyaya. Herkes nefesini tuttu. Ve nihayet Kandora kukusunu açtı. Medyanın flaşları, volkan patlamaları gibi patladı.
Herkes saniyede onlarca kere gözlerini kırpmaya başladı. Bir birbirlerine bir Kandora’ya baktılar. Anlam, yokluğa karışmıştı. Gözlerinde kocaman soru işaretleri vardı. Terleri soğudu. Ağızlarını açacak mecalleri kalmamıştı. Kocaman soru işaretleriyle saatlerce orada donayazdılar. Ertesi gün bütün medya lal oldu.