Otuz iki kısım tekmili birden, bir varmış bir yokmuş, kaf dağının ardında bir ülke varmış. Buyurun büyüklere masallar…
Değişim – Dönüşüm – Evrilme - Çevrilme
Doksanlı yılların başı. TRT haberciliği ile özel televizyon haberciliği arasında ne fark vardı ki?
TRT sayesinde seyircinin gözünde bir haber sunum kalıbı oluşmuştu. TRT değişim ve dönüşüm hızı oldukça yavaş olan bir kurumdu. Aslına bakarsanız toplum da aynı yavaşlıkta yol alıyordu o dönem. Hız pek sevilen bir şey değildi. TRT’nin o günlere taşıdığı ajans alışkanlığının etkisi epeyce sürdü. Bu kalıplar doğal olarak özel televizyonların haber bültenlerinden de bekleniyordu. Özel televizyonlar ise yaşayabilmek için farklı olmak gerektiğini anlamıştı. Zaten denetim mekanizmasının sadece siyasi söylemlerde azıcık işlediği özel yayıncılık, dizginleri gevşetilmiş olmanın avantajıyla ilgi çekiyordu.
Habercilikte farklılık, içerikten önce biçimde arandı. Eh ne de olsa şekilci toplumuz. Bunu yüzlerce yıl önce Nasreddin Hoca anlamış “ye kürküm ye” diye çok önemli bir toplum betimlemesi yapmıştı. Belirgin fark, ketum, sert ve her daim ciddi haber anlatım suratıydı. TRT’den yetişme özel televizyon spiker ve sunucuları, üstlerindeki ataleti kolay atamadı elbette. O çok ciddi ifadeli spikerleri daha mülayim, gerektiğinde gülümseyebilen, sunduğu haberin ruh haline göre yüz ve ses ifadesini değiştiren hale dönüştürmek bir iki yılımızı aldı. Bunu en iyi Gülgün Feyman başardı. Konunun önemini anlayan ilk patron da Erol Aksoy oldu.
Hürriyet gazetesinin Basın Ekspres yolunda şimdi yıkılmış olan binasında gerçekleştirdiğimiz bir Show Haber yayınında kameraman birden Gülgün’ün yüzüne doldu. Netlik yapıyor sandım. Ama yayındaki bant bitmek üzereydi. Kameramana interkomdan çerçevesini düzeltmesini söyledim. Çerçeve, standart hafif masanın ucunun göründüğü bel plan. Karşımda ise spikerin baş plan resmi duruyordu. Kameramana biraz sertçe resmi düzeltmesi komutunu tekrarladığımda interkomdan fısıltıyla bir ses geldi “Erol Bey burada”… Mecburen bu resimde sıradaki haberin sunumunu yaptık. Birazdan rejinin kapısında Erol Aksoy belirdi, “Teoman’cığım bundan sonra böyle çekin.”
Taaa BBC’den gelen habercilik anlayışında “haberin sunumu değil, içeriği önemlidir; bu nedenle seyircinin dikkatini haberden uzaklaştırmayın” ilkesi yer alır. Ben de halen bu ilkenin doğruluğuna inanırım. Oysa şimdi haberin sunumu ön plana çıkıyordu.
Ufak dokunuşlarla resmi biraz daha kullanılır hale getirdim ve böyle devam ettim. Gülgün’ün hayranları çığ gibi arttı.
Haberlerin seçimi, işlenişi, önem sıralaması, sunumu, içerik analizi, metin yazım teknikleri, seyirciye hitap üslubu, haber takip ve toplama yöntemleri ile TRT’den ayrılan dönemin özel televizyon haberciliği; teknik altyapı ve kadro derinliği avantajının maçı kazanmaya yetmediğini televizyon tarihine ispat etti.
Elbette bu habercilik tekniğinin bir de kapalı kapılar arasında sürdürülen mücadelesi de vardı. Siyasi baskının, patron taleplerinin karşısında ezilip büzülmeden ayakta duran, bildiğinde inat eden genel yayın yönetmenlerinin ve haber müdürlerinin de hakkını yememek lazım. Rating mücadelesinin alev aldığı bir dönemde programcılarla haberciler arasında, haberciler ile spor servisi arasında bitmek bilmez dakika savaşları oluyordu. Evet epeydir haber ve spor servisleri ayrı müdürlükler altındaydı. Hepsi kendi yayın alanını olabildiğince çoğaltmak ve pastadan büyük dilimi kapma çabasındaydı. Bu savaşta ilk ezilen spor servisleri oldu. Sonra 24 saatlik televizyon yayınında oldukça kısa bir zamanı dolduran haber bülteni sınırları dikenli tellerle çevrildi.
Toplumsal değişim alışılmışın dışında epeyce hızlı o zamanlar ama geçmiş yılların alışkanlığıyla biz o hızı algılamakta zorlanıyoruz elbette. Siyasi açılımlar toplumun yaşam biçimini de şekillendiriyor. 1995 yılı henüz. Show Haber almış başını gidiyor. TRT’nin yıllarca taşıdığı ajans bayrağını biz almışız. Ama dönem kapitalizmin yeşerdiği dönem. Parası olan istediğine sahip oluyor. Star ile Show sahipleri arasında sıkı bir rekabet vardı. Tabii biz bu rekabeti sadece televizyon alanında sanıyorduk, elbette arka planda paylaşılamayan başka şeyler de varmış. Bir sabah kanala gittiğimizde masaları boşalmış bulduk. Ufuk Güldemir ve ekibi Star’a transfer olmuştu. Uzan parayı bastırmış ve en iyi yarış atlarını kulübüne kazandırmıştı. Elbette hepimizin var güçleriyle emek verdiği haber ekibinden bazılarının geride bırakılması içimizi burkmuştu. (Sonra anladım ki geride kalan bizler yavaş değişen, statükocu, fikrî muhafazakarlardık ve çoğumuz TRT okulunu okumuştuk.) Kalan üç-beş kişi, alışageldiğimiz haberciliği sürdürmeye gayret ettik. Bir yandan da gözümüz Star ekranlarındaydı, orada ne yapıyorlar diye. Onlar da Show Haber’de oluşturdukları habercilik anlayışını Star ekranlarında sürdürüyorlardı. Sonuçta aynı ekip, aynı haberciler, aynı haberler. Bir-iki hafta kadar çekirdek bir ekiple bültenleri hazırladık. Ufuk Güldemir ve ekibi muhtemelen kendilerini göstermek için büyük çaba içindeydiler. Oysa ratingde bir türlü öne geçemiyorlardı. Bu arada Erol Aksoy, o dönemde çok çok çok önemli olan haber merkezi yapılanmasını yeniden kurgulama peşindeydi. İlk duyumlarımız, 32.Gün programlarını sürdüren Mehmet Ali Birand üzerineydi. Uğur Dündar’ın da adı geçiyordu genel yayın yönetmeni olarak. Ali Kırca ile bile görüşüldüğü fısıldanıyordu. Sonra Birand ile prensipte anlaşıldığı haberi geldi. Hatta bir ara Birand gelip bizlerle toplantı bile yaptı. Biz de günü kurtarma peşinde çırpınıyoruz. Star hala öne geçemiyor. İşte burada anladım ki insanların alışkanlıkları ekiplere değil kanallara. TRT’den habercilik bayrağını alan Show henüz zamanını tamamlamamıştı.
Bu arada Erol Bey kalanlar ile tek tek toplantı yapıp kendine bağlıyordu. Rahmetli Güldemir, ekibin tamamını boşaltmayarak hayatının önemli hatalarından ilkini yapmıştı. Show Haber bülteni yapılabiliyordu ve halk da hala Show’u izliyordu.
Bu arada bir süredir Show Haber bünyesinde haftalık haber programı Ateş Hattı’nı yapan Reha Muhtar, programını sürdürüyordu. Bu gelişmelerde Reha Muhtar’ın adı kimsenin aklına bile gelmiyordu. Çünkü yaptığı üçüncü sayfa habercilik anlayışı kendi kulvarında iyiydi de ana haber bültenine yakışmazdı. Yaptığı işlerle gerek mizah dergilerinde gerekse ciddi haber mecralarında dalga geçiliyordu. Ama her ne kadar alay konusu olsa da Ateş Hattı programı ratinglerde üst sıralardaydı, izleniyordu. Onbirinci kez yayınlanan Kemal Sunal filminin birinci sırayı hiç kaptırmaması gibi toplumsal olarak incelenmesi gereken bir fenomendi.
Biz Birand gelecek de bu geçiş dönemi bitecek diye beklenti içindeyken, bir gün Erol Aksoy yanında Reha Muhtar ile gelerek bizleri topladı. Yeni Haber Genel Yayın Yönetmeni Reha Muhtar olmuştu. Şok ki ne şok.
Bugüne kadar fısıltı gazetesinde Muhtar ile ilgili söylenegelen rivayetlerin büyük kısmını birebir yaşayarak bir sene daha geçirdim Show Haber’de. Hem ana haberi hem de Ateş Hattı’nı devam ettiriyorduk. Ufuk Güldemir’den sonra çok farklı, alışmadığımız bir çalışma ortamı oluşmuştu kanalda. Biz “işte şimdi yenildik Star’a” derken, Ufuk Güldemir’in de Star’daki odasında sevinçle ellerini ovuşturduğunu hayal etmek hiç de zor değildi.
Show Haber’in ruhu değişmişti. Haberciliği üçüncü sayfa üslubuna bürünmüştü. Ateş Hattı’nın sunum tarzını, ana haberde de kamera önüne geçerek sürdürüyordu Reha Muhtar. Ekranın önünde neyse arkasında da oydu. Haberciliğini Lütfiye’nin omuzlarına yükleyerek yol alıyordu. Birinciliği kimseye kaptırmıyordu. Hepimiz şaşkındık.
Ve Ufuk Güldemir Türk televizyon haberciliğini kökten sarsacak ikinci büyük hatasını yaptı. Kendi habercilik üslubunu korumak yerine, rating alıyor diye Reha Muhtar’ın haberciliğini uygulamaya başladı. Doğru habercilik ne yazık ki, güçler dengesi bozulunca kimliğini değiştirmişti. Ondan sonra da düzelemedi bir türlü. Ufuk Güldemir sonradan birbaşına kalınca evinde başlattığı internet haberciliğini televizyona taşıyarak Türk habercilik tarihine imzasını atarak ayrıldı aramızdan. Ama haberciliğin DNA sı bozulmuştu bir kez.
Bir süredir habercilik artık kanımı kaynatmıyordu. Belki de doymuştum. Ama insan yaşamının rating malzemesi olduğu, insanın üzüntülerinden, dramlarından çıkar sağladığımız duygusunu üzerimden atamıyordum. Kazada annesini kaybetmiş bir çocuğun gözyaşlarını daha iyi ekrana yansıtma telaşından utandığım bir sürece girmiştim. Reha Muhtar’ın yöneticilik yöntemleri de bana uymuyordu. Sıkıntılı bir haber sonu toplantısından sonra Erol Bey’in sekreterinden görüşme talep ettim. Erol Bey aynı akşam Amerika’dan beni aradı “Buyur Teoman’cığım aramamı istemişsin”. Bu geri dönüş Erol Bey’i benim gözümde patronların zirvesine yerleştirdi. Ben adamın binlerce çalışanından biriydim, adam beni taa Amerika’lardan arayıp bir de edilgen tavır sergiliyordu. Şaşkınlığımı üzerimden atınca haber merkezinden affımı istedim. Birkaç gün sonra asistanı beni arayıp, Cine5 bünyesinde yeni açılan spor kanalına atandığımı bildirdi. Böylece haber yayıncılığıma, Fox Haber’e kadar ara vererek spor yayıncılığı rotasına girdim.
Elbette neyin doğru olduğu, neyin yanlış olduğu konusu göreceli bir kavramdır. Ben kendimce haberciliğin çizginin kötü tarafına devrildiği inancındayım. Önceki bölümde belirtmiştim, belki geçmiş dönemin başarı ağacının gölgesi bizleri yanıltıyordu bilinmez. Belki değişme/dönüşme zamanı gelmişti. Ama televizyon haberciliği – bence – kötü olanı örnek alarak bugün şikayet ettiğimiz durumuna kapıları açmıştı. Ya da yeni habercilik anlayışımızın şekli şemali buydu. TRT’den alıştığımız toplumu doğru noktalara yönlendirme, eğitme-öğretme işlevinin yerini, kapitalizmin arz-talep formülü almıştı.
Dip Not 1: Haber bültenleri hep genel yayın yönetmenlerinin adı ile kimliklenir. Haber merkezleri Güldemir’in, Birand’ın, Dündar’ın, Kırca’nın, Muhtar’ındır. Elbette genel yayın yönetmenlerinin üslupları, bültenlerin karakterini imzalar. Ama arkalarındaki habercilerin emeğini de kimse gözardı etmemeli. Haber müdürleri, editörleri, kameramanları, muhabirleri, spikerleri, kurgucuları, prodüktörleri, yönetmenleri ve hatta koşul tanımaz şoförleri sayesinde o haberler ekranlara taşınmaktadır. O insanların pek çoğunun adı sanı bilinmez, ama pastadan her zaman en büyük payı alan genel yayın yönetmenlerinin üzerinde dikildiği binanın temelleri o haber emekçileridir. Pek çoğu basın kartını göremeden tazminatsız olarak mesleği rafa kaldırmış veya görev başında bu dünyadan göçmüştür. Onlar buzdağının altındaki büyük parçadır.
Dip Not 2: Herşeyin ve herkesin haberini yapan televizyoncular kendi haberlerini yapmakta başından beri beceriksizdir.
1968 kış ayları. TRT ekranlarından gerçekleştirilen Zafer Celasun’un sunduğu ilk televizyon haber bülteninin tek kanıtı işte sadece bu fotoğraftır. Yer İTÜ'deki stüdyodur.